-Ben…
-Evet
sen?
-Özür
dilerim. Çok. Çok. Çok özür dilerim. Seni aldım, buralara
kadar sürükledim ve sen bana inanıp ve de güvenip peşimden
gelerek deliliğime ortak oldun. Ve salak ben bunun farkına daha
yeni varıyorum. Özür dilerim Gülşah. Cidden özür dilerim. Bana
bu kadar inandığının, güvendiğinin farkında değilmişim. Hem
de neredeyse hiç.
-Sonra?
-Sonra,
buradasın ya, benimlesin ya, bulutlara bakıp, rüzgarı ciğerlerine
doldurup, gözümüzün görmüş olduğu en sahipsiz denizin
kıyılarında benimle gezdin ya, sen Gülşah, sen gerçekten süper
bir kızsın. Ve ben aptalım, duyarsızım, yeteneksizim, şapşalım.
Affet beni.
-Ortada
affedecek bir şey yok be oğlum. Aramızda bir şey yok ki yani.
Tamam bir ara kontrolden çıkmış olabilirim ama yani bu senin ilk
başlardaki tavrından kaynaklanıyordu. Yoksa seni dost olarak
gördüğümü biliyorsun.
-Ama…
-Bir
an ben de kendimi kaybetmiş olabilirim. Yaptığım yanlıştı.
Sonuçta sen başkalarına yaptıkların için bana hesap vermek
zorunda değilsin ki. Değil mi ama?
Yaptığım
şeyin ne kadar kötü bir şey olduğunun yeni yeni farkına
varıyordum. Yaklaşmıştım o olay olmasaydı ona, yaklaşmıştım
o gün. O Çingene kızı… her neyse. Yapmasaydım işte,
yaklaşmıştım. Ve şimdi de kaçırıyordum elimden onu. Yine
duvarlar örüyordu aramıza; hak ettiğim için. Bir anlık…
şanssızlık.
Gözlerine
baktım. Gözlerime baktı. Gözlerine baktım. Gözlerime baktı.
Gözlerimin yaşardığını hissettim. Dudaklarını büktü,
gözlerime baktı; ve kaçırdım gözlerimi. Şarap kokusu geliyordu
burnuma rüzgarı kokladığımda, toprak kayıyordu altımdan. Martı
sesleri arasında kalmış, sapkın bir zaman çizgisi gibiydi
hayatım, o saniye. Keçi kokuyordu, süt kokuyordu hava.
Pan
Kokuyordu o an Karabiga…
Yavaş
yavaş kendime gelmeye çalıştım.
Bir
şekilde kaçmam gerekiyordu içine düştüğüm zamansızlığın
içinden sıyrılmak için. En eski yöntemlerden bir tanesine
başvurmaya karar verdim; içmek. Ne de güzel bir fikir işte hem de
Burada; şarabın anayurdunda. Burnumu çektim ve yaşarmış
gözlerimi ovuşturdum. Federica halen gözleri kapalı bir şekilde
Karabiga’yı hissetmeye çalışmaya devam etmekteydi.
-Ben
bir tane şarap açacağım, siz de içer misiniz?
İstemediler.
Karavana gittim ve kapıyı kapattım, bir şarap açtım en
güzelinden, kim bilir neresi kokuyordu? Uzandım elimde şarap.
Bitirecektim o günü, yaşamayacaktım. Şarap yarın edecekti
birazdan zamanı. Bir şarkı tutturdum, gözlerimde tuz damlaları:
İçimden
geçen en güzel kelimeleri
Geceleri
yazan bendim sizin karşı duvara
Düşlerimdeki
sen gibi hayalleri
Bıkmadan
anlatan bendim duyduğun şarkılarda
Ve
Olmadığından çok, yoksun artık
Dilimde
şarkın elimde şarabım
Olmadığından
çok, yoksun artık
Benim
değilsin, galiba anladım
Sonlara
sakladığım en güzel anılarını
Çıkarıp
attım kederden toprağa
Tohum
olsunlar, yaksınlar avuçlarımı
Bıkmadan
ağlasın bulutlar tarlalarda
Ve
Olmadığından çok, yoksun artık
Dilimde
şarkın elimde şarabım
Olmadığından
çok, yoksun artık
Benim
değilsin, galiba anladım…
Sustum,
güldüm kendime ve sızana kadar içmeye devam ettim.
1 yorum:
Yorum Gönder