Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

2 Aralık 2008 Salı

29. Bölüm

-Ben…


-Evet sen?


-Özür dilerim. Çok. Çok. Çok özür dilerim. Seni aldım, buralara kadar sürükledim ve sen bana inanıp ve de güvenip peşimden gelerek deliliğime ortak oldun. Ve salak ben bunun farkına daha yeni varıyorum. Özür dilerim Gülşah. Cidden özür dilerim. Bana bu kadar inandığının, güvendiğinin farkında değilmişim. Hem de neredeyse hiç.


-Sonra?


-Sonra, buradasın ya, benimlesin ya, bulutlara bakıp, rüzgarı ciğerlerine doldurup, gözümüzün görmüş olduğu en sahipsiz denizin kıyılarında benimle gezdin ya, sen Gülşah, sen gerçekten süper bir kızsın. Ve ben aptalım, duyarsızım, yeteneksizim, şapşalım. Affet beni.


-Ortada affedecek bir şey yok be oğlum. Aramızda bir şey yok ki yani. Tamam bir ara kontrolden çıkmış olabilirim ama yani bu senin ilk başlardaki tavrından kaynaklanıyordu. Yoksa seni dost olarak gördüğümü biliyorsun.


-Ama…


-Bir an ben de kendimi kaybetmiş olabilirim. Yaptığım yanlıştı. Sonuçta sen başkalarına yaptıkların için bana hesap vermek zorunda değilsin ki. Değil mi ama?


Yaptığım şeyin ne kadar kötü bir şey olduğunun yeni yeni farkına varıyordum. Yaklaşmıştım o olay olmasaydı ona, yaklaşmıştım o gün. O Çingene kızı… her neyse. Yapmasaydım işte, yaklaşmıştım. Ve şimdi de kaçırıyordum elimden onu. Yine duvarlar örüyordu aramıza; hak ettiğim için. Bir anlık… şanssızlık.


Gözlerine baktım. Gözlerime baktı. Gözlerine baktım. Gözlerime baktı. Gözlerimin yaşardığını hissettim. Dudaklarını büktü, gözlerime baktı; ve kaçırdım gözlerimi. Şarap kokusu geliyordu burnuma rüzgarı kokladığımda, toprak kayıyordu altımdan. Martı sesleri arasında kalmış, sapkın bir zaman çizgisi gibiydi hayatım, o saniye. Keçi kokuyordu, süt kokuyordu hava.


Pan Kokuyordu o an Karabiga…


Yavaş yavaş kendime gelmeye çalıştım.


Bir şekilde kaçmam gerekiyordu içine düştüğüm zamansızlığın içinden sıyrılmak için. En eski yöntemlerden bir tanesine başvurmaya karar verdim; içmek. Ne de güzel bir fikir işte hem de Burada; şarabın anayurdunda. Burnumu çektim ve yaşarmış gözlerimi ovuşturdum. Federica halen gözleri kapalı bir şekilde Karabiga’yı hissetmeye çalışmaya devam etmekteydi.


-Ben bir tane şarap açacağım, siz de içer misiniz?


İstemediler. Karavana gittim ve kapıyı kapattım, bir şarap açtım en güzelinden, kim bilir neresi kokuyordu? Uzandım elimde şarap. Bitirecektim o günü, yaşamayacaktım. Şarap yarın edecekti birazdan zamanı. Bir şarkı tutturdum, gözlerimde tuz damlaları:


İçimden geçen en güzel kelimeleri
Geceleri yazan bendim sizin karşı duvara
Düşlerimdeki sen gibi hayalleri
Bıkmadan anlatan bendim duyduğun şarkılarda


Ve Olmadığından çok, yoksun artık
Dilimde şarkın elimde şarabım
Olmadığından çok, yoksun artık
Benim değilsin, galiba anladım


Sonlara sakladığım en güzel anılarını
Çıkarıp attım kederden toprağa
Tohum olsunlar, yaksınlar avuçlarımı
Bıkmadan ağlasın bulutlar tarlalarda


Ve Olmadığından çok, yoksun artık
Dilimde şarkın elimde şarabım
Olmadığından çok, yoksun artık
Benim değilsin, galiba anladım…


Sustum, güldüm kendime ve sızana kadar içmeye devam ettim.








1 yorum:

Unknown dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.