Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Mart 2008 Pazartesi

10.bölüm



14 Ocak. Annem evden dışarı çıkmıyordu, Gülşah'ın annesi de ,benim annem de babalarımız yüzünden matemdeydi. Gülşah'ın annesi babamı suçluyordu. Babam daha aktifmiş. Babam yüzünden olmuş. Sırf bu yüzden Gülşah'ı da görmeme izin yoktu. Sürekli ağlayan annem ,beni kendisi okula götürüp getirmeye başladı sonra, Gülşah ile görüşmeyelim diye, onun sınıfını değiştirdiler ve babamın acısı üzerine bir de bu eklendi.

Okuldan çıktım ve eve gittim. Eve girdiğimde annem ,ağladığını belli etmemek için gözlerini derin bir şekilde sildi . Göz çukurundaki kırmızılıkların ve ovuşturmaktan kan çanağı olmuş gözlerinin farkına varmamış gibi davrandım ve anneme sarıldım. Hıçkırıyordu hala. Eski fotoğrafları yere saçmıştı ve dağıtmıştı biraz evi. Kötüydü annemin durumu. Ben de kendimi onun kadar kötü hissettim ve dışarı çıkmaya karar verdim.

-ben dışarıya çıkıyorum anne...

on yaşında bir çocuğun her şeyi tam olarak anlaması pek mümkün değildi elbet. Üzülüyordum, ama neyin ne olduğunu tam olarak anlamamıştım. Babamın bir daha hiç gelmeyeceğine de öldüğüne de inanmıyordum. Ama herkes sanki ezberlemiş gibi bana bunları söylüyor ve sürekli canımı sıkıyordu. Çocukluk işte, inanamıyordu insan.

Evden çıktım. Parka gittim. Park, çivi gibi yağan yağmur yüzünden boştu. Kumlarla oynadım biraz. Babamın adını yazıp sildim defalarca, defalarca, defalarca! Kaydıraktan kaydım tamamen sırılsıklam olana kadar iç çamaşırlarım. Duvarlarını yumrukladım çocuk olduğumu unutup. Her şey bir oyundu sanki benim için. Ya içimdeki, boğazıma takılmış şey neydi? Ciddiyet... Sadakat... Baba sevgisi.

Rüzgarın getirdiği ses dalgalarının kulağımı, beynimi zorladığını fark ettim sonra. Islak olduğundan rengi iyice koyulaşmış olan kuma yattım. Gözlerime kaçan yağmur damlalarına rağmen gözlerimi inatla açık tuttum. Lacivert ile siyah arasında yalpalayan rengi ile beni sürekli korkutan bulutlar bile artık korkunç gelmiyordu sanırım. Gece şimşeklerin çıkardığı sesten korkup yanına yatabileceğim bir babam olmayınca anlamsızdı korkmak. Çamurda yuvarlanıp hasta olmak dahi, onun kızmasını hissedemeyecek olunca kulaklarımda , anlamsızdı. “Bu çocuk çok zeki, hep felsefe kitapları okuyor, bu yaşta sanki ergenliğe girmiş gibi.”, laflarını babam yerine başkalarından duymak da anlamsızdı . Zeki olmak dahi , sevmek dahi anlamsızdı. Anlamsızdı her şey. Çocuk olmak bile.

Kalbime kaçtı yağmur damlaları ,boğazımı zorla geçip.
Ama saçmalıyordum sanırım.
Çocuktum ben, bildiğin.
Hissettiklerimin ne olduğunu dahi bilmiyordum.
Ya da en azından, öyle olması gerekirdi.

18 Mart 2008 Salı

9. bölüm



31 Aralık gelmişti nihayet. Yılbaşı. 31 Aralık! Evimde, ailemle beraber mutluca 1986 yılına girecektim. Çok heyecanlıydı babam 1986 yılı için. Dört yılda bir olan Dünya Kupası'nı deli gibi beklediğini ve onun 1986 yılında, yani bu yıl olacağını söylemişti bana. “Meksika!”,demişti. “Bu sene Dünya'nın bütün yıldız futbolcularını televizyondan izleyebileceğiz!”.

Annem, tavuğun içini bulgurla doldurmuş ve yılbaşı hindisinin çakması olan bir yemek hazırlamıştı bize. Fakirin yılbaşı tavuğu. Sıkı yönetim kalkalı iki ay olmuştu ve babam daha özgür olacağımızı sürekli tekrarlıyordu. “Daha özgür olacağız artık, artık sıkı yönetim yok, yakılan kitapların yenisi yazılacak, talan edilen tarihin yeni modeli!” Her yerde bunu söylemişti. Kahvede, okulda sabah konuşması yaparken, misafirliklerde. Her yerde. Sanırım 1986, güzel bir yıl olacaktı.

Annem, babamın bu çoşkulu konuşması yüzünden sürekli onunla kavga ediyordu. O yaşta anlamadığım laflar sarf ediyor, sürekli babama kızıyordu tavrı yüzünden.

“Sakıncalı olduğun için bu okula sürüldüğünü biliyorsun. Fişlenmiştin, yine mi istiyorsun tepende silahları, çığırtkanlık yapma!”

ya da

“Arkadaşların gibi hapishanede çürümediğin veya idam edilmediğin için şanslısın.”

...

Gece, evimize bir sürü misafir geldi. Bütün komşular bizde toplanmıştı. Babam kutlama merakına fena takılmış ve sürekli kutlama havasının merkezi olmak istiyordu. Ellerinde içkiler şarkılar söylediler. Herkes çok neşeliydi. Sanki fakir bir gecekondu semtinin ufak bir evi değil de burjuvazinin merkezi gibiydi evimiz, güzel giyimli insanlar, herkes üzerinde seksen havası.

Babam, elinde içkisiyle konuşma yapmak için yüksek bir yere çıktı. Sonra konuşmasına başlamak için boğazını temizledi ve

“Arkadaşlar! Bu mutlu günümüzde...”, bir an duraksayıp bana baktı.

“Önce çocukları yan odaya alalım...”

Yan odaya geçtik. Odada sadece ben ve Gülşah vardık . Başka kimse çocuk getirmemişti. Gülşah, yanıma yaklaşıp beni dürttü. Ben; artık onunla kesinlikle konuşmamaya karar vermiş olan, aptal ben, sanırım yılbaşında onu affedecektim, çok güzel gülümsüyordu zaten. Anlamlı...

-Emre..
-Hııı?
-Özür dilerim bak her şey için, sen istedin ama başkan olmamayı.
-hııı...
-Ne olur bak , çok canım sıkılıyor lan!
-hıı...
-Hem bak bende ne var?
Elbisesinin altından, ufak , kare bir şişe çıkardı. Bir matara, ama cam.

-İçinde vodka var!
-Vodka mı?
-İçki,büyükler içiyor ya!
-Biliyoruz kızım, ohoo, çok içtim bundan ben.
-Nerede?
-Arkadaşlarla hep içeriz biz.
-E hadi ilk sen iç o zaman...

Şişeyi alıp ağzıma götürdüm. Acaba nasıl bir tadı vardı? Büyük içkisi. Çok utopik geliyordu o yaşta, ve çok güzel sanıyorduk. Bir yudum almamla tükürmem bir oldu ve sonra öksürmeye başladım.

-Ne o , acı mı geldi ?
-Öhöö, yok kızım boğazıma kaçtı , öhö, yoksa alışığım!
-Hihiheheihehe! Peki bakalım. Al, bu sefer yavaş iç.
-Tamam biraz nefes alayım önce.

O akşam, yarım saatte bitirdik matarayı. İkimizde sarhoş olmuştuk ama bize ne olduğunun farkında değildik. Sarıldım ona, o da bana sarıldı. Dudaklarım dudaklarına değdi ve...

Büyük bir gürültü! Kapıyı kırdılar sanki, sonra silah sesleri filmlerden aşina olduğum. Sonra...

-ELLER YUKARI! KEMAL UÇAN(BABAM!) VE FİKRET UZUN(GÜLŞAH'IN BABASI) BİR ADIM ÖNE ÇIKSIN!

Korkudan yorganın altına saklanmıştık. Birbirimize sarılarak korkuyu yenmeye çalışıyorduk....

-DEDİĞİM İSİMLER ÖNE ÇIKMAZSA HEPİNİZİ ÖLDÜRÜRÜM! ÇABUK DEDİM, BURADA OYUN OYNAMIYORUZ! BAZI FİŞLİLERİN FİŞLERİNİ KESMEYE GELDİK! SIKI YÖNETİM KALKTI DİYE GAZA GELMİŞLER, ATIP TUTUYORLARMIŞ , BİZ BOZKURTLAR, ONLARLA DIŞARIDA BİRAZ KONUŞACAĞIZ!

-Ben Kemal...
-Ben Fikret...

-TAMAM BEYLER BİZİMLE GELİN.

Evin kapısı kapandı, herkes korku içerisindeydi, kimsenin sesi çıkmıyordu. Dışarıdan konuşma sesleri geliyordu. Odadan koşarak çıkıp annemin yanına gittim, Gülşah da kendi annesinin. Annemin gözleri yaşlıydı ama ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Sonra dışarıdan silah sesleri geldi...

Adamlardan birisini içeri gönderdiler.

-ARKADAŞLARI YANIMIZA ALACAĞIZ, MERAK ETMEYİN PEK BİR ŞEY OLMADI KENDİLERİNE. SONRA BIRAKIRIZ, İYİ EĞLENCELER!

Ve gittiler. “Öldürmemişlerdir...”, dedi annem. Camın kenarında duran bir adam, adamların giderken sırtlarında birilerini taşıdığını söyledi. “Öldürdüler...”, dedi Gülşah'ın annesi. “Öldürdüler...”

O günden sonra, bir ay boyunca ,bir yıl, on yıl ve şimdiye dek. Babam bir daha hiç dönmedi...