"""Ben Emre. 15
Mart 1991'i anlatacağım birazdan. Ama, iyi bir kurgucu olmadığımdan yazının
genelinde bazı kafa karışıklıklarına neden olduğumu düşünüyorum. O yüzden
şimdi, yazıda geçen tarihleri ve kişileri tek tek özetleyerek bütün
karışıklıklardan kurtulacağım.
Benim adım Emre Uçan ,Kemal Uçan babam, Sinem Uçan ise annem. Hikaye 1985'in Ocak ayında başlıyor. Ben o sırada 9 yaşındayım ve 4. sınıfa gidiyorum. 12 Şubat 1976 yılında Zeytinburnu semtinde doğmuşum. Babam eski solcuydu. Gülşah'ın babası da öyle.
Gülşah Uzun ise 1985'in Ocak ayında bizim semte taşınıyor. Benimle yaşıt. 12 Mart 1976 yılında Kadıköy'de doğmuş. Babasının adı Fikret, annesinin adı da Fadime.
Babam ve Gülşah'ın babası 31 Aralık 1985 gecesi , kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından kaçırılıyor ve tahminen öldürülüyor. Bu üzüntü sebebi ile annelerimiz birbirleri ile görüşmeyi kesiyor ve Gülşah ile ben 4 yıl boyunca ,13 Mart 1991'e kadar görüşmüyoruz. O Mehmet Akif Bey Lisesi'ne ben ise Tutti Amore Pietra isimli bir liseye gidiyorum ve tüm hikayeyi size 2004 yılında anlatmaya başlıyorum."""
15 Mart 1991 saat 22.03 idi. Penceremi sürekli, bıkmadan, usanmadan çalan yağmur sanki onu içeri aldığımda bana sarılacakmış , gece boyunca yalnız bırakmayacakmış , bütün uzuvlarımı, benlerimin yerini, çillerimin sayısını, dişlerimin şekilsizliğini, ne kadar ıslak öptüğümü ezberleyecekmiş gibiydi. Ve ben Gülşah'ı düşünüyordum. Sadece onu, acaba ne yapıyordu şuan, ne okumaktaydı, nasıl bir eşofman giymişti ve hatları belli oluyor muydu?
Benim adım Emre Uçan ,Kemal Uçan babam, Sinem Uçan ise annem. Hikaye 1985'in Ocak ayında başlıyor. Ben o sırada 9 yaşındayım ve 4. sınıfa gidiyorum. 12 Şubat 1976 yılında Zeytinburnu semtinde doğmuşum. Babam eski solcuydu. Gülşah'ın babası da öyle.
Gülşah Uzun ise 1985'in Ocak ayında bizim semte taşınıyor. Benimle yaşıt. 12 Mart 1976 yılında Kadıköy'de doğmuş. Babasının adı Fikret, annesinin adı da Fadime.
Babam ve Gülşah'ın babası 31 Aralık 1985 gecesi , kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından kaçırılıyor ve tahminen öldürülüyor. Bu üzüntü sebebi ile annelerimiz birbirleri ile görüşmeyi kesiyor ve Gülşah ile ben 4 yıl boyunca ,13 Mart 1991'e kadar görüşmüyoruz. O Mehmet Akif Bey Lisesi'ne ben ise Tutti Amore Pietra isimli bir liseye gidiyorum ve tüm hikayeyi size 2004 yılında anlatmaya başlıyorum."""
15 Mart 1991 saat 22.03 idi. Penceremi sürekli, bıkmadan, usanmadan çalan yağmur sanki onu içeri aldığımda bana sarılacakmış , gece boyunca yalnız bırakmayacakmış , bütün uzuvlarımı, benlerimin yerini, çillerimin sayısını, dişlerimin şekilsizliğini, ne kadar ıslak öptüğümü ezberleyecekmiş gibiydi. Ve ben Gülşah'ı düşünüyordum. Sadece onu, acaba ne yapıyordu şuan, ne okumaktaydı, nasıl bir eşofman giymişti ve hatları belli oluyor muydu?
Dudaklarındaki ıslaklığı kaleme
harcadığını düşündüm sonra, üzüldüm, bir şekilde dürtmeye, konuşmaya çalışmaya
karar verdim. Ama camı açmam ile kapamam bir oldu, dışarısı gerçekten soğuktu
ve içeriyi de ele geçirmeye çalışıyordu. Böyle bir durumda ona nasıl kağıda
sarılmış taşları haberci güvercinler gibi gönderebilirdim ki. Ama yağmur, bizim
pencereyi ısrarla dövdüğü gibi Gülşah'ın penceresini dövmemekteydi. Pencereler
karşılıklı olunca ikisinin birden aşırı yağmur almasını bekleyemezsiniz.
Islanmayı ve üşümeyi göze
aldım. Yalnızlık hastalığı iyice yayılmıştı içime sanki ve o günden sonra
geçireceğim bütün hastalıklardan daha yaralayıcıydı. Bir taş attım önce
penceresine , açması için. Duymadı. İkinci taş , üçüncü taş , dördüncü taş,
beşinci taş. En sonunda müzik dinlediğini anlayıp taş atmaktan vazgeçtim ve
onun dikkatini çekecek ve çok ses çıkaracak bir şey düşünmeye başladım. Ve bulmuştum
,bir kova su , bir kova su onun dikkatini çekerdi ve pencereyi açmasını
sağlayabilirdi. Hemen banyoya inip tuvalet terliklerini ayağıma geçirerek
plastik ,turuncu renkli su kovasına su doldurmaya başladım. Su doldururken
çıkan seslerden annem uyanmış olmalı ki su doldurmayı bitirip banyonun kapısını
açtığımda karşımda beliriverdi.
-Emre?
-Efendim anne?
-O elindeki kova da ne?
-İçinde su var.
-Ciddi misin?
-Yemin ederim ki su var.
-Ay ben de sanmıştım kovayla
odana votka ya da cin taşıyorsun.
-Yok anne yapar mıyım öyle şey,
biliyorsun ben içmem zaten.
-Evladım, anladım su olduğunu,
saf saf konuşma da söyle ne için o su?
-Emm, şey, camdan aşağı
dökeceğim.
-Neden?
-Çünkü çok kirlenmiş evin o
tarafı.
-Evladım, yağmur yağıyor ya?
Neler karıştırıyorsun cidden anlat hadi.
-Bir şey karıştırmıyorum yahu,
haklısın anne, yağmur temizler aslında. Neyse ben bu kovayı banyoya geri
bırakayım o zaman.
-Bırak bari. Garipsin sen
bugünlerde ama kokusu çıkar, hadi bakalım.
-Sınavlar anne sınavlar...
Kovayı banyoya bırakıp doğruca
odama çıktım ve annemin uyumasını bekledim. Uyuduğundan emin olduğumda inip
kovayı tekrar aldım. Bu sırada yağmur dinmişti ve etrafa dinginlik ve
alabildiğince karanlık hakim olmuştu. Pencereye çıkardım kovayı, iyice hedef
aldım ve kovayı var gücümle karşı pencereye doğru ittirdim. Suyun tamamı
boşaldığında kovayı yere bırakıp pencereye bakmak için doğruldum ve müstakbel
sevgilim oradaydı, sırılsıklam bir şekilde...
-Emm, ıslanmışsın Gülşah...
-Geri zekalı öküz, moron
,mankafa, sakar, aptal, lüzumsuz herif, şebek , maymun, şapşal pezevenk.
-Gülşah...
“Çat!”, sesi eşliğinde kapadı
penceresini sırılsıklam. Ben ise onu yağmurun bile ıslatamadığı bir ortamda
sırılsıklam etmeyi becermiş olduğum için şansıma küfür ettim.
“ŞANSIMA TÜKÜREYİM”