Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Aralık 2007 Perşembe

3. bölüm



1985, Nisan ayı, bahar geliyordu hızla. Gülümsüyordu çiçekler, kokuyordu gökyüzü, toprak, ayaklarıma sarılıyor, gözlerimi okşuyordu serüven bilinci, çamurlu mahallemin.
En son yaşadığım kömürlük faciasından sonra bir ay boyunca evden hiç çıkmamıştım. Gülşah'ın bana kirli bir mendil gibi davranmasını hazmedememiş, kendimi babamın acayip kitaplarına vermiştim. En son boyum kadar felsefe sözlüğünü okuyup bitirdiğimi iddia edince, sokağa çıkma cezam sürdüğü için bana harçlık vermeye gerek duymayan ve bu konumdan çok sevinçli olan annem potansiyel bir deli olduğumu düşünüp ilerideki hastane masraflarından kaçınmayı planlayarak beni dışarıya gönderdi.

Dışarıya çıktığımda, pencereden izlediğim arkadaşlarım koşarak gelip benimle şakalaşmalara başladılar.
“Ooo, Emre Bey dışarıya çıkar mıymış? Neredesin oğlum sen bir aydır? Misket borcunu vermeden eve kapandın, unutacağımı sanma Emre, sıçacam ağzına vermezsen misketlerimi.”
“Evet lan benim de kaflik sendeydi. Unutmayız oğlum biz.”
“Mala bak lan, bir ay eve mi kapandı şimdi bu iki tane misket için?”
“Oğlum öyle deme, kaflik de kaflik ama, deli gibi üttüm herkesi ben onunla.”
Bu kadar arkadaşın benimle ilgilenmesi epey duygulanmama neden olmuştu. Gülümsedim hepsine ve bir anda enseme inen tokatla suratım ekşidi.
“Oha! Öküz müsünüz oğlum, ne vuruyorsunuz lan?”
“Bugün cuma enseyi kapaaaa! Hehehe!”
Evet, arkadaşlarımın çoğu maldı. Ama çocuk dediğin mal bir organizmadır zaten. Tiksindirici derecede mallıklarla doludur hayatı. Aslında ben de onlar gibi saçma oyunlar oynardım genelde, ama çoğu zaman bu oyunlardan sıkılırdım.

“Oğlum Emre?”
“Efendim?”
“Ahaha, efendim dedi lan, babası çok dövüyor oğlum bunu! Emre, üçe üç maç yapalım mı?”
“E abi beş kişiyiz?”
“Oha, nasıl beş, oğlum Gülşah'ı da çağıracağız lan, onsuz maç olur mu?”
“Gülşah?”
“Sizin komşunun kızı var ya oğlum, bir oynuyor görsen, erkek gibi, Gülşah süper bir kız lan!”
Fena şaşırmıştım o cümleyi hayatım boyunca sinir olacağım çocukluk arkadaşım Mehmet Hafız'dan duyduğumda. Afalladım. Beni reddeden eski müstakbel aşkım mahallenin gözdesi olmuş, bütün erkek çocuklarıyla tanışmıştı. Çok kıskandım eski müstakbel sevgilimi ve o an hepsini öldürmeyi düşündüm.
“Tamam ulan, o zaman Gülşah benden olacak, hadi gidip çağıralım. Ben, Emre, Gülşah benim takımım. Siz de işte Melih, Halit, Zübeyir. Ben gidiyorum çağırmaya.”
Mehmet gitmişti, ben de diğer çocukların biraz ağzını arayayım dedim.
“Oğlum ne çabuk tanıştınız lan kızla?”
“Abi Mehmet tanıştı ilk önce, hatta bence Mehmet âşık sizin komşuya.”
“Deme! Öldürürüm lan ben bu Mehmet’i!”
“Oha, sen de mi aşıksın! (Hep bir ağızdan.) Emre Gülşah'ı seviyorrr! Emre Gülşah'ı seviyorrrr!”
“Susun lan .mına koduklarım, birisi duyacak susun.”
“Aha oğlum zaten geliyor lan çifte kumrular, hehe!”
Eski müstakbel sevgilim beni çarçabuk unutmuş, mahallenin en sinir çocuğunun kollarına atmıştı kendisini resmen. Bunu bir şekilde önlemeliydim.
Ve maç başladı. Beni kaleye sokmuştu anasını s.ktiğimin Mehmet'i. Halbuki benim ondan daha iyi bir stoper olduğumu herkes bilirdi. Ama karşımda bana uyuz olan bir eski müstakbel sevgili ve onun yeni müstakbel sevgilisi olunca nedense her denileni yapasım vardı, ayrıca kalede olmam şimdilik mükemmeldi; çünkü bilerek yediğim gollerle takımımın kaybetmesine neden olabilir ve Mehmet şerefsizini de en azından birazcık üzebilirdim. Maç başladı. Mehmet, daha topu ayağına ilk aldığında abanmaya başladı kaleye, keriz Zübeyir de bir tutsa iki tutamadı tabii, Mehmet ile Gülşah sevinçten birbirine sarılırken, ben de kalede numaradan sevinmekte, içten içe uyuz olmaktaydım. Üzerime top attıklarında yana sıçrayıp gol yemeye çalıştım defalarca, ama kazma Halit ve öküz Melih, kale boş olsa bile gol atacak potansiyele sahip değillerdi. Çatur çutur yeniyorduk yahu resmen. Önleyemiyordum. Ve dayanamadım, topu elime alıp durdurdum maçı.
“Oğlum biz böyle çok güçlü olduk lan, ben karşı takıma geçeyim Melih size geçsin.”
“Doğru lan, zaten kaleye top gelmiyor, boşuna durma, hehehe!”
“Konuşma şerefsiz, senin .mına koyacağım Mehmet, görürüz birazdan.”
“Ne küfür ediyorsun lan! Hadi, oyna bakalım piço!”
Yeniden başladı maç. Bu sefer doğru taraftaydım ve bu çifte kumruları yenip üzmeye yemin etmiştim. Topu ayağıma aldım, Mehmet'e bir çalım, göreceksiniz var ya Pele gibiydim Pele; sonra karşıma eski müstakbel sevgilim çıktı ve üzerime geldi, omuz omuza mücadeleye döndü pozisyonumuz. Baktım bu beni itecek, vurayım dedim kaleye, topa vurmamla dengemi kaybetmem bir oldu. Bizim maç yaptığımız yerin hemen yanında çok dik bir yokuş vardı ve o yokuşa düşüp yuvarlanmaya başlamıştım. Kendime geldiğimde hastanede, alçılı bir ayakla açtım gözümü. Annem tepemde bana sinirli bir şekilde bakıyordu.
“Ulan, bir ay dışarı çıkmadın, daha ilk çıkışında bacağını kırdın öküz, ne diyeyim ben sana!”
“Ihh, anne, acıyorrr…”
“Acır tabii, öküz!”
“Anne, bir şey sorabilir miyim?”
“Sor.”
“Gol oldu mu çektiğim şut?”
“Ulan, şimdi ben senin kafanı gözünü şut içinde bırakacağım, karşına topla geçip seni kale belleyerek, tam olacak. Şerefsizin evladı!”
Annem küfür ederek kafama bir tane yerleştiriverdi.
O günle alakalı en iyi hatırladığım ayağımın, kafamın ve kalbimin çok acıyor olmasıydı.

2 yorum:

UndefinabLe© dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
çilekkk dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.