Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Nisan 2008 Çarşamba

12. bölüm

14 Mart 1991 saat sekize beş vardı. Rüzgar, umutsuz bir yaprağı sırtına almış, oradan oraya savurmakta, gün, gecenin seks dolu yatağından çıkmış, zindeliği suratına vurarak gerim gerim gerilmekteydi. Bir ucundan diğer ucuna kadar bomboştu, çamurlar tarafından zapt edilmiş Umut Sokağı. Pek insan geçmiyordu. Arada bir, üzerine, daha önce babasının ya da abisinin giydiği takım elbiseyi geçirmiş Mehmet Akif Bey Lisesi öğrencisi olan ergenler, günün vurduğu tokat ile iyice acıyan derilerini oksijene batırmak için gün batımına kadar koşacak kadar dinç bir eda ile hayatlarının prangası saydıkları okullarına gidiyor ve kısa sokağın zavallı sessizliğini ayaklarına geçirdikleri eskimiş pabuçları ile deliyorlardı. Ve de rüzgar vardı işte. Derinliğin sessizliğinde , üzerinde hayali gemiler taşırmış gibi saçlarımı karıştırıp oyunbazlığını sergiliyordu. Çamur, ayakkabılarımı ele geçirmek ister gibiydi ve onun eteği altından bakma şerefine benden çok ama çok önceleri dahil olmuştu. Sırtımı dayadığım ağaç, kollarıyla sarmıştı beni, kitabımın sayfalarını benim yerime çeviriyor, gülümsediğim yerlerde saçımı okşayarak beni daha da mutlu ediyor , üzüldüğüm zamanlarda ise kollarına alıp ninni söyleyecekmiş gibi gölgeleriyle huzur veriyordu. Derken, onun geldiğini gördüm. Gelişini şu şekilde anlatabilirim: “Saçları, benim yerime öpüyor sanki omuzlarını. Her bir buklesi düzgün ve Güneş'in yaydığı tüm enerjiyi emme görevi üstlenmiş. Dudakları, esmer tenine kör bir ressam tarafından yanlışlıkla çizilmiş bir ağız gibi iki büklüm ve dolgun. Yürüdükçe, kalbimin damarlarını çiğniyor üstü fiyonklu, çamura bulanmaması için yoluna yatılacak kadar ona özgü ayakkabıları ile. Gözlerinin yandığını ateşe iyice yaklaşmış (muhtemelen yanmakta olan) bir odunun sıcaklığı hissettiği kadar çok hissediyorum. Elinde, benim yerime geçtiği için kıskandığım, sarıldığı , ellerini benden çok tutmuş ve kalemine benim bedenimden milyarlarca kez daha fazla hizmet etmiş olan defterleri var. Yürüyüşündeki tokluk, onu özgürlük savunucusu deli bir avukat hissetmeme neden oluyor. Ve yaklaşıyor ,yaklaşıyor.” İyice yaklaşmıştı bana. Ona bakmaktan bildiğim tüm kelimeleri unuttuğumu hissediyor ve ağzımdan hiçbir şey çıkmıyordu. Sanki devasa bir hamsi balığını canlı canlı yutmaya çalışmaktaydım ya da kuru, çok pişmiş simidi çaysız ve hızlı şekilde yemekle meşguldüm. Saçının sırtını eliyle kaşıdı ve şekillen emrini verdi. Gözlerime bakıp kirpiklerini aşağıya doğru oynattı, dudağı ısırılası, öpülesi, yenilesi, yutulasıydı sanki. En güzel Viski'nin yanına meze veyahut Dünya'nın en büyük kumpanyasında bir altın karşılığında öpülmesine izin verilen bir güzellik tanrıçasının dudakları olabilirmiş gibiydi. Ve araladı dudaklarını. Ve araladı. -Selam. -Selam Gülşah. Başka bir şey demeden önce beynimde doğru kelimeleri bulmayı çok istedim, ama yine ona bırakmıştım sanırım konuşma işini. -Konuşmayacak mısın? Yeniden dost olmaya başlayabiliriz sanıyorum Emre, sen benim çok eski bir dostumsun ve seni kaybetmek istemiyorum. Ama bizimkilerin haberdar olmaması gerek sanırım. Ya da söyleyebiliriz. Belki artık birbirlerini affetmişlerdir. Affetmemiş olsalar bile bizim hayatımıza ve dost seçimlerimize karışabileceklerini sanmıyorum. Öyle değil mi? -Haklısın. Çok özledim sana, pardon seni, kelimeleri seçmekte zorluk çekiyorum gördüğün gibi. Özür dilerim ama sormam gerek. (Başıyla onayladı sorma isteğimi) Sana şöyle sıkı bir sarılış yapabilir miyim? -Elbette... Ve sarıldım. Sanki Güneş'i tutuyordum kollarımın arasında, sanki umudu ,hayali ,hayatımı, tüm yaşamımı, zamanımın en değerli noktasını, devasa bir sevgi yığını işte, anlatılamayacak kadar devasa bir sevgi yığınını. Ağacın yaprakları rüzgar tarafından taciz edilene ve Gülşah bu tacizden üzerine düşen üşümüşlüğü bedenine enjekte edene kadar sarıldım. Hafifçe itmek istedi beni ve kollarımdan ayrıldığında , öyle bir gülümsedi ki, uzun süre pastırma görmemiş yaşlı teyzeye Ramazan'da pastırma götüren hayırlı oğlunun yüzündeki olgunluk hakimdi sanırım gülümsemesine. -Emre, şimdi okula gitmem lazım. -Sanırım ben zaten geç kaldım. Aman... Okul umurumda değil sanırım şimdilik, şu zamanın tadını çıkarıyorum. En son görüştüğümüz gün hakkında bir şey sorabilir miyim sana Gülşah? Sonra seni özgür bırakacağım söz. (Yine kafasıyla onayladı beni. Ama yüzüne endişenin hakim olduğunu görebildim. ) Votka içtiğimiz gün, sarılmıştık hani, hatırlıyor musun? -O güne dair hiçbir şey hatırlamıyorum... Şimdi müsaadenle gitmek istiyorum. Sonra görüşürüz hadi. Kızmıştı. Babasının öldüğü gün oynadığımız aşk oyununu hatırlatıp ne yapmaya çalışıyordum ki zaten. Haklıydı kızmaya. Delicesine haklı. Ve hızlı adımlarla uzaklaştı benden, okuluna doğru , saçlarını, dudaklarını ve omuzlarını götürmeye koyuldu. Uzun uzun arkasından baktım. Ve sessiz bir şekilde kendi kendime aşağıdaki lafı tekrar ederek okuluma doğru yola koyuldum. “Biz o gece, öpüşmüştük hani...” “Biz o gece, öpüşmüştük hani...” “Biz o gece, öpüşmüştük hani...” “Biz o gece, öpüşmüştük hani...” “Biz o gece, öpüşmüştük hani...” “Biz o gece, öpüşmüştük hani...” “Biz o gece, öpüşmüştük hani...”

1 yorum:

cgdm dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.