(30.
Bölümden Devam)
Doğu’nun
evi büyük bir bahçenin tam ortasında inşa edilmiş iki katlı
bir ev, iki büyük ahır, bir kümes ve bir de bahçenin sağ
tarafında, artık kullanılmadığı belli olan tarla gereçlerinin
arkasında kalan çitle çevrilmiş ufak bir tarladan oluşuyordu.
Karavanımızın sesini duymuş olan ev ahalisi, biz arabadan inerken
hızlı ve telaşlı bir halde bize doğru yaklaşmaktaydılar.
Doğu’nun babası olduğunu tahmin ettiğim adam sakallı, bıyıklı,
kısa boylu, köylülerden biraz farklı giyindiği çok belli olan,
gözlüklü biriydi. Annesi olduğunu tahmin ettiğim kadın ise
sarı, kıvırcık saçlı, Güneş ile hayatında ilk kez
tanışıyormuş gibi beyaz tenliydi.
Kadın
ve adamın bize doğru yaklaştığını görünce Doğu, benden
kurtulup (elini tutmaktaydım) annesine doğru koşmaya başladı.
Sarıldılar. Çok endişeli görünüyorlardı. Öyle de olması
gerekirdi ya; çocukları kaybolmuştu, sonra da üç tane yabancı
tarafından onlara geri getirilmişti. Oradan hemen ayrılmamız
gerektiğini yoksa bizi bolca sorunun beklediğini düşündüm.
Doğu’nun
annesi ve babasıyla sarılma olayı sona erdiğinde tedirgin bir
tanışma faslı yaşadık. Acelemiz olduğunu vurguladım çoğu kez
ama baba, yani Devrim, olayın tamamını dinlemeden bizi bırakmaya
niyetli değildi. Evlerine davet ettiler ve o geceyi onlarla beraber
gecirmemizi istediler. Federica ve Gülşah da hemen atladı buna
tabi ki. Sıcak bir banyo, ev yemekleri onlara çekici gelmişti ve
köylülerin anlattığı kadarıyla aslen İstanbullu olmaları
nedeniyle bu aile bu köyde denk gelecekleri en kültürlü kişiler
olabilirlerdi.
Utana
sıkıla eve girdik ve Doğu’yu nerede bulduğumuzu, sonra başımıza
neler geldiğini bir bir anlatmaya başladık. Biz bunları Devrim’e
anlatmaya çalışırken Aslı bir taraftan dinleyip bir taraftan da
nargile hazırlamaktaydı. Hazırlık bittiğinde ise ikram etti
nargilesinden. Ben biraz tereddüt ile yaklaşmış olsam da Federica
ve Gülşah bu teklifin üzerine atladılar hemen ve ben hikayenin
geri kalanını utana sıkıla anlatırken Gülşah, Doğu, Aslı ve
Federica nargileyi alıp başka bir odaya geçtiler. (Kadınlar sizi
tanımadığınız insanlarla yalnız bırakmayı severler.)
Ben
mevzuyu anlatmayı bitirdiğimde, Devrim olayın nasıl cereyan
ettiğini anladığını söyledi. Anlattığına göre o üzüm
tarlasında mahsuller ile uğraşırken Doğu fıyıp, kaybolmuş ve
hemen oradan geçen biz tarafından bulunmuş. Biz Doğu ile köye
geldiğimizde Devrim hala tarlada kızını aramaktaymış. Sonra bu
şekilde bulmasının zor olacağını düşünmüş ve Aslı’yı
da arama timine katmak için eve gelmiş. İşte tam o sırada biz de
Doğu’yu karavan ile evlerine getirmişiz.
Devrim
olayı çözdükten sonra bana bol bol teşekkür etti. Anlattığına
göre rakı damıttığı bir odası vardı. Bizimle içmenin çok
eğlenceli olacağını söyleyerek akşam ev yapımı rakı
eşliğinde sohbet etmeye davet etti.
Devrim
sert tavrını yana bırakıp dost canlısı bir adam gibi görünmeye
başlayınca ise kahvedekilerin hakkında söylediklerini anlattım
ona. Ve, aslında İstanbul’da neler olduğunu merak ettiğimi
söyledim. Biraz değişti suratındaki ifade ama anlatacak gibi
bakıyordu. Ve beklediğim gibi anlatmaya başladı:
“Darbe
bir tek komünistlere, anarşistlere gelmedi. Darbe yalnızca
aşırıları susturmadı Emre. Darbe bu ülkenin yetiştirdiği en
kendini bilen, en özgür düşünebilen neslini de susturdu,
bezdirtdi, kaçırdı, hapse attı, öldürtdü vesaire. Ben, 80
öncesinde yeni yeni tanınmaya başlayan bir yazardım. Kitaplarım
iyi satıyordu o zamanlar, bir de illegal sayılabilecek bir gazete
çıkartıyorduk. Yazılarımın ideolojik yönelimleri hakkında
konuşmayacağım. Çünkü ne yazmış olursam olayım rahatsız
olanların derdi zaten düşünen bir insan bile bırakmamaktı
memlekette. Ve de öyle oldu.
80
öncesinde zaten yaptığım işler yüzünden defalarca tehdit
edildim, göz altına alındım. Kitaplarım toplatıldı. Göz
altına alınma nedenlerim örgütleyici ya da ideoloji aşılayıcı
yazılar da değil ha! Özgürlükten bahsediyordum, haktan
bahsediyordum, insanların nerelerde, nasıl öldürüldüğünden
bahsediyordum. Polislerin kayıt dışı cinayetlerinden, kaza süsü
verilen ölümlerden, yani vahşetten bahsediyordum. İşkenceden,
insanlara aşılanmaya çalışılan kötü düşüncelerden,
toplumu ya da belli bir sınıfı kullanmaya çalışan, cebi para
dolu kodamanlardan bahsediyordum Emre. Yalnızca düşünüyor ve
yazıyordum işte. Ve bu bile birilerinin zoruna gidiyordu.
1
Eylül 1980 günü Aslı ile bir arkadaşımıza eğlenmeye
gitmiştik. Bu arada o zamanlar dört katlı bir apartmanda
kalmaktaydık. Her neyse. Gece arkadaşlardan çıkıp evimize doğru
yol almaya başladık. Yaşadığımız sokağa girdiğimizde ise
alevler aldı gözümüzü! Çığlıklar, siren sesleri
yankılanıyordu sokakta. Bedava ekmek dağıtıyorlarmış gibi
yangına doğru koşan meraklı vatandaşlar! Ve evimiz... Evimiz
yanıyordu...
İtfaiye
erleriyle konuştum. Komşuların anlattığına göre beş tane genç
önce taş ile camlarımızı kırmışlar, sonra ise yanlarında
getirdikleri yirmiden fazla molotof kokteylini evin içine atmışlar.
Onları durdurmaya çalışan komşulardan birisini ise vurmuşlar.
Ve evimiz işte; kül olmuş.
Arkadaşın
eve gittik. Aslı hem ağlayıp hem de söyleniyordu: “Faşist
köpekler!” “Hayvanlar!” “Evimizden ne istediniz?”
“Kurtulamayacaksınız!” “Şerefsizler!” Ben de arkadaşlarla
olayın kritiğini yapıyordum. Bana ülkenin içinde bulunduğu
durumun vahimliğini tekrar hatırlatıp “Gidin!” dediler. “Sizi
yaşatmayacak bunlar. Bir süre saklanın, olaylar durulana kadar.
Sonra geri dönersiniz.” İlk başta bu düşünceye karşı
çıktık ama yazılarımı mektupla da ulaştırabileceğimi ve hala
buradaymış gibi faal olacağımı da söylediklerinde İstanbul’u
terk etmeye karar verdik.
Ve
buraya geldik işte. Biz buraya geldikten dört gün sonra ise DARBE
oldu. Bir daha ne o gazete çıktı ne başkası. Bütün kitaplarımı
toplatıp yakmışlar. O günden sonra yazdığım ve yayımlanan bir
kaç tane kitap var; işte senin köylülerin gördüğünü
söyledikleri; onlar da roman ve şiir kitapları. Bir de gazete
demişler ya, gene köşe yazıyorum bir gazetede ama pek sesimin
çıkmasına izin vermiyorlar.
İşte
böyle Emre. Buralara bu yüzden geldik zamanında...”
Hüzünlenmişti
Devrim. Kendini kötü hissettiğini, bir süre dinlenmek için
odasına çekildiğini söyledi. Akşamı sabırsızlıkla
beklediğini de ekledi tabi. Ben ise oturduğum divana uzanarak biraz
dinlenmeye çalıştım.
Uyku,
beni akşama daha hızlı ulaştıracaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder