Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Ocak 2009 Perşembe

32. Bölüm



Saat 21.00 civarı Gülşah tarafından uyandırıldım. "Hadi kalk, herkes seni bekliyor." dedi ve elimden tutup beni içeri götürdü.

İçeride beni bir çilingir sofrası bekliyordu. Rakı, mezeler, palamut, havuç salatası ve bol kaşarlı bir domates çorbası. Devrim abi, hanımı, Federica ve Gülşah çorbalarını bitirmiş, rakılarını yudumlamaya başlamışlardı. Neden beni kaldırmadıklarını merak ettim ve Federica'ya sordum bunu.

"Kaldirdik ya kuzum. Gelecegim dedin gene yattın. Bir kere ben bir kere de Gülsah kaldirmaya geldi seni ama fosür fosür uyumaye devam ettin esek. En sonunda Gülsah operek uyandirdi da seni geldin iste."

"Öperek mi? Öperek mi? Bir dakika, ben niye hatırlamıyorum bunu yahu! Gülşah beni öperek mi uyandırdın?"

"Federica seninle dalga geçiyor be oğlum. Değil mi Federica söylesene kızım doğruyu?"

"Ben bilmem valle tanri sahidim operek uyandirdin Emre'yi sen. Yokse nasil uyansin bu uykucu!"

Ben ve Gülşah hariç kahkaha atmaya başlamıştı herkes. O ise bana kaşlarını çatmış bir şekilde bakıyordu.

"Otur da çorbanı iç Emre!"

"Tamam, tamam! Kızma, uyurken çok cazibeli olduğumu biliyorum Gülşah!"

Gülşah iyice kızdı ve kafasını "Daha sonra ben sana ödeteceğim." manasında salladı. Sonra ise Devrim abi her şeyi geçiştirmek istercesine bir hikaye anlatmaya koyuldu. Hikayenin sonunda ise kadeh kaldırdık bize. Her şey gerçekten mükemmel gidiyor gibiydi.

Aslı abla bize ailemiz hakkında sorular sormaya başlayınca ne kadar zamandır annemi aramadığımı fark ettim ve evde telefon olup olmadığını sordum. Bunu sorunca Gülşah da meraklandı birden, annesinin ne kadar kızgın olduğunu merak ediyordu tabi ki. Ve annemin onu sakinleştirmek için ne yaptığını da. Aslı abla bize telefonun yatak odasında olduğunu söyledi, Doğu karıştırmasın diye oraya koymuşlardı. Her neyse. Gülşah ile yatak odasına gittik ve evi aradım. Çok merak ediyorduk biz gittikten sonra neler olup bittiğini.

Telefon çaldı, çaldı, çaldı. Kimse açmadı. İçime kötü bir his dolmaya başlıyordu. Tekrar aradım, çaldı, çaldı, çaldı ve gene kimse açmadı. Tekrar aradım, tekrar, tekrar! Kimse cevap vermiyordu telefona. İstanbul'da kötü bir şeyler olduğunu düşünmeye başlamıştım.

Telefonun başında uzun süre düşündük Gülşah'ın annesini aramayı. Gülşah bu konuşmayı yapmak istemiyordu ama annemin evde olmaması onun da içine kurt düşürmüştü. Yaklaşık yarım saat süren münakaşadan sonra Gülşah'ın annesini aramaya karar verdik. Bu Gülşah'ın sinirini bozacak olsa bile en azından neler olup bittiğini,  kimin ne kadar kızgın olduğunu anlamamızı sağlayacaktı. Çevirdi numarayı Gülşah ve tedirgin bir şekilde beklemeye koyuldu avize kulağında.

"Alo. Anne... Benim Gülşah. Ağlama yahu hemen.
...
Evet iyiyiz. Geziyoruz işte. Bir şey gelmedi başıma.
...
Ağlama anne...
...
Ne zaman döneriz bilmiyorum...
...
Ne? Nasıl?
...
Ciddi misin?
...
Yanımda evet.
...
Tamam. Tamam anne.
...
Tamam.
...
Tamam anne. Çok seviyorum seni.
...
Ağlama. Görüşürüz anne..."

Telefonu kapattığında çok durgun görünüyordu Gülşah. Ne olduğunu sordum. Bir şey söylemeden içeri gitti, masaya oturdu ve bir kadeh rakıyı bir dikişte içti. Bana baktığında gözlerinin yaşardığını fark ettim. Israrla ne olduğu sordum. Bir süre daha sessizce oturdu. Sonra birden ayağa kalkıp bana sarıldı ve ağlamaya başladı. Üzülmememi tembihliyordu hıçkırıklarının arasında. Bir kez daha ne olduğu sordum. Ağlamayı kesip gözlerime baktı yaşlı gözlerle.

"Sinem abla..."

"NE OLMUŞ ANNEME?"

"Vefat etmiş Emre. Başın sağ olsun..."


Hiç yorum yok: