Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Ocak 2015 Cumartesi

Sondan Sonra-Üçüncü Bölüm

Sondan Sonra-Üçüncü Bölüm

Kaçalı iki gün olmuştu ve mahalleme, Gülşah'ın yanına dönmenin erken olduğunu düşündüğüm için İstanbul'da zaman öldürüyordum. Beşiktaş semtinde, köşe başlarında, meyhane diplerindeydim. Kaçışımız ile alakalı halen bir haber görememiş olmam kafamı kurcalıyordu.

Sahile inmiş, martıları izliyordum, temel amacım tabi ki bu değildi ama o an bu temel amaç için herhangi bir çaba içinde olmadığım için bu doğrudan ne yaptığımı söylemek daha mantıklı geldi. Vapurdaydım, Kadıköye gidiyordu vapur ve bu yolculukta bahsi geçen metal yığınına eşlik etmeye karar vereli otuz dakika olmuştu.

Barakhanemden çıkarken aslında planım bu değildi. Beyoğluna gidecek, yalnız hallerimle bira şişeleri yuvarlayacak, yuvarlamadan önce içindeki içmemiz de gerekiyor tabi biliyorsunuz, sonra da inime geri dönecektim. Bu fikir kafamın bir kenarında tutuşturulmuş bir şekilde, Fooled Around and Fell in Love dinleyerek Beşiktaş-Taksim dolmuşlarına ilerlerken yanımdan dört tane BJK formalı genç geçip gitti. Dönüp arkalarından baktım, neden? Tabi ki Beşiktaş semtinde gezen Beşiktaş taraftarı görmek çok acayip bir şey değildi ama zamanlaması manidar geldi. Lig biteyazmıştı, Beşiktaşın herhangi bir iddiası kalmamıştı, maçı da yoktu. Cep telefonundaki saate baktım, zamanım vardı... hapishane kaçkınlarının zamanı inanılmaz boştur; öyle böyle değil. Merak, onları takip etmeye itecekti beni. Gel dedim Merakıma, tuttum elinden ve takibe koyulduk; karşıdan karşıya geçmemiz gerekecekti.

Dediğim gibi semtin içinde formayla gezmek normal ama bu çocuklar semtin içine doğru değil, dışına doğru yönelmişti. Karşıya mı geçeceklerdi? Anadolu yakasında oturduklarını düşündüm. Yine de bu tarafa, formayla gezmeye geldilerse eğer bu kadar erken dönmemeleri lazımdı. Saati merak ediyorsunuz biliyorum, öğleden sonra dört civarlarında anlaşalım. Çocuklar hızlanmışlardı. Merak büyüdü, yanına hayatınızda ne zaman güzel ya da kötü bir şey olacaksa olsa oluşan O Garip Hissi de aldı ve elimi bırakıp çocukların peşinden koşmaya başladılar. Merakımın artık bana ihtiyacı yoktu. Gurur sebepli titreyiveren yüreğimin dürtmesiyle ben de kendimi koşar halde buldum. Her ne kadar büyümüş de olsa benim için hala çocuk sayılırdı Merak ve O Garip His ile beraber benden kaçmalarına izin veremezdim. Baba olunca siz de anlarsınız, eminim.

Kadıköy vapuruna doğru gidiyorlardı. Gişedeydim, hızla geçtim. Görevli kapıyı açık tutmaktan sıkılmış, vapura yetişmeye çalışan insanlara el ederek daha çabuk olmalarını istiyordu. Göz göze geldik, “Hadi .mına koyayım, hadi!” bakışını yakaladım ve bu beni biraz kırdı. Ben daha çok “Hadi kardeş, işimiz gücümüz var.” bakışları bekliyorum bu tip anlarda, ne bileyim. Vapura kendimi atmamla akciğerlerimin bir kısmını ellerimde bulmam bir oldu. “Yine de güzel.” dedim. Her ne kadar yıllar bedenin ani hareketler için kapasitesini düşürmüş olsa da hala vapur yakalayabiliyordum. Bir süre Merak ve O Garip His arkasından izleyiverdim çocukları. Beşiktaşlı gruplarını on kadar hangi takımın taraftarı oldukları belli olmayan on kişilik başka bir grupla birleştirmiş, tarafsızlaşmışlardı. Bir Beşiktaş taraftarı olarak bu ne kadar kalbimi kırsa da Merak ve O Garip Hissin dikkatlerini üzerime çekmemek için sesimi çıkarmadım.

Ve işte martıları izliyordum. Vapurun kıç tarafında, elimde sigara; bulutları arkalarına almış, ekmek peşinde koşan, beyaz ve tüylü yaratıklara kaçamak bakışlar atıyor; çay yudumluyordum.

Vapur aheste aheste iskeleye yanaşırken; sigara, çay molamı bitirmiş, genç güruh ile aramdaki mesafeyi kapatmıştım. Vapurdan inmek için yığınlar halinde çıkış noktalarında kümelenmiş İstanbul insanlarının arkasına sinmiş; Güruh, Merak ve O Garip His beni fark etmesin diye uzaklara bakıyordum.

Müzik çalan teknolojik aletim "Take Me to Heaven" diyordu. "Teknoloji bile başka bir dünya hayali kuruyor" diye geçirdim içimden. Ardından ise Türkçe bir şeyler duymak istediğimi hissedip tek bir hareketle klasör değiştirdim. "Ben kimleyim?" isimli şarkıyı mırıldanmaya Mavi Sakal. Durumuma uyduğunu düşünüp gülümsedim. Müzik aletim, on sekizine yeni basmış bir genç kız gibi hissettiriyordu beni. İnsanların hareketlendiğini fark edince hemen bu düşünceleri savuşturdum ve kendi kendime biçtiğim fantastik görevime geri döndüm. Güruhum birer birer vapurdan iskeleye atlamaya başlamıştı.

Çiçekçileri geçip kavşağa geldik, takipteydim; kavşaktan zıplayıp dört yola doğru devam ettik, takipteydim. Sonunda yol bitti, onlar boğa heykelinin önünde kümelendiler ve ben de uzaktan izlemeye koyuldum. Güruh büyüyordu. Pankartlar çıkmaya başladı. Bir megafon gördüm; yanlış anlamayın, jetonum düşeli takriben beş dakika olmuştu. Bu kelimeyi hala kullananın olup olmadığından pek emin değilim. Yaklaşık olarak diyelim... tahmini de olabilir. Her neyse, bu beş dakika süresinde eyleme dahil olup olmamaktı aklımdaki mesele; bahsetmediğim için üzgünüm. Sebeplerini sıralarsam: Öncelikle yeterince kalabalık değillerdi, karşılarında aynı hızla kümelenen polis sayılarını neredeyse ikiye katlıyordu. Ayrıca uzaktan gördüğüm kadarıyla eylem için gerekli hazırlığı yapmamışlardı, maskeleri yoktu; konumu ele alırsak, kaçmak zorunda kalırlarsa dağılacaklardı; biber gazına maruz kalmama ihtimalleri, herhangi bir memleketim takımının şampiyonlar ligi şampiyonu olma ihtimalinden bile düşüktü. Ve son olarak, giyimlerini göz önüne alırsak çoğu eylem sonrası Kadıköy civarında bira içme planları yaparak gelmişti. Tabi ki bira içme planlarının kötü bir şey olduğunu veya bunu hakir gördüğümü söylemiyorum. Yalnızca zor bir durumla karşılaşmaları halinde zihnen de hazırlıksız göründüklerini belirtmeye çalışıyorum. Hapishane kaçkını insanların bu tip detaylara takılması normaldir... sanırım, ve de memleketimizde eylem yapmak dediğimiz; basın açıklaması öncesi biber gazı, eğer yapılırsa basın açıklaması sonrası da tutuklamalar içeren; son derece demokratik bir şey. Yaralı veya ölü olmadığı zamanlar eylemin başarılı geçtiğini, amacına ulaştığını düşünüyorsunuz artık.

Beni katılmak yerine izlemeye iten sebepler ise pek fazla değildi: Eylemin ne hakkında olduğunu bilmiyordum ve mümkün mertebe aranıyordum... hala bir haber görememiş olsam da arandığıma emindim. Aranıyor olmamız lazımdı... koskoca hapishaneden kaçtık ne bileyim? Fark etmemiş olma ihtimalleri yüzde sıfır nokta sıfır sıfır bir... ayrıca Merak ve O Garip His ikilisi dışında tanıdığım yoktu.

Teknoloji, "Mağusa Limanı" isimli şarkıyı çalmaya başlamıştı; kulağıma... megafonun el değiştirdiğini görebiliyordum...

"Uyan Alim uyan, uyanmaz oldu
Yedi bıçak yarasına dayanmaz oldu"

1 yorum:

Didisko dedi ki...

Sondan sonraki bölümlerde üslup ve tarz değişikliği var gibi hissediyorum. Uzun bir ara verdikten ve yıllar o köprünün altından geçtikten sonra çok normal elbette, kimi devam filmlerinde ya da uzun süre ara verdikten sonra tekrar çekilmeye başlayan filmlerde de oluyor öyle. Fakat diğer örneklerin aksine bu değişimden hoşlanıyorum, bu halini de seviyorum. Bu blogla, Gülşah'la birlikte ben de büyüdüm sanırım.

Postlar bir dönem gizlenmişti, tekrar yayımlanmasına sevindim. Doğumgünümde yazılmış bu post özel, bu post duygusal zamanlarda yanımda. Şimdi olduğu gibi... Tek bir ricam blog yıkılsa, bu yazının korunması.