Kasım ayı. Soğuk iyice
bastırmıştı, yaklaşık bir buçuk aydır Gülşah benimle konuşmuyor hatta yüzüme
dahi bakmıyordu. Etek açmaca faciası artık umutlarımı tüketmişti. Annem ve
babam, bugün okula gitmem gerekmediğini, kar nedeni ile okulun bugün babam
tarafından tatil edildiğini söyledi. Çok mutlu oldum. Evde oturup tembellik
yapabilirdim.
Canım patlamış mısır istedi
birden. Patlamış mısır alıp karı izlecek, büyükler gibi keyif yapacaktım.
Annemin yanına gidiverdim.
-anne? Ben patlamış mısır
istiyorum.
-şimdi olmaz emre, ağda
yapıyorum gördüğün gibi.
-ama anne ,nolur?
-emre, git kendi mısırını
kendin patlat. Yapıştıracağım şimdi ağdayı suratına, kaşsız ,kirpiksiz kalacaksın!
-peki.
Ama ben mısır patlatmayı
bilmiyordum ki. Kesin babam bilirdi, benim babam herşey bilirdi zaten, çok zeki
bir adamdı. Hemen yanına gittim.
-baba!
-efendim Emre?
-baba , Mısır nasıl patlar?
-mısır nasıl patlar, ımm, şimdi
Emre, mısırı ısıtırsın, sonra mısırın içindeki beyaz bölüm sıkılır ve dışarı
çıkmak ister, böylece mısır patlamış olur.
-yani mısırı ısıtmam mı gerek?
-evet Emre, hem de çok.
-teşekkür ederim baba!
-lafı mı olur evladım, hadi git
şimdi , işim var görüyorsun.
Evet, mısırı ısıtmam
gerekiyordu. Peki nasıl? Sobayı kullanabilirdim, ya da ocağı. Ama ocak için
tencere gerekirdi ve tencerelere erişecek boya sahip değildim. Ben de sobanın
üstüne koydum mısırları ve tabağımı alıp başında beklemeye başladım. Babam
içeride kitap okuyor, annem de yatak odasında ağda yapıyordu.
Bir süre sonra mısırlar
fırlamaya başladı, şaşırmıştım, mısırın böyle patladığını bilmiyordum, evin her
yeri mısır olmuştu ,ben de yere yatmış, kafama gözüme gelen mısırlardan korunma
çabasındaydım. Derken içeriden babam çıktı aceleyle giyinmiş gibi.
-koş yavrum koş , anneni çağır,
ülkücüler bunlar , buldular beni! Ateş ediyorlar. Hanım, koş, ülkücüler evi
basacak!
Sonra da annem çıktı zor
giyinmiş şekilde.
-ay, ne oluyor burada! Yahu
sana dedik değil mi yazma diye o gazetede. Al işte ,buldular bizi.
Öldürecekler. Emre çabuk gel , gidiyoruz arka camdan çıkıp!
Yanlarına gittim, mısırları
farketmemişlerdi. Şanslıydım, ardından annem saçımdaki mısır patlağını görüp
benim suratıma bir tane yapıştırana kadar.
-ulan, biz de sandık ülkücüler.
Şerefsiz ya, bak oğluna, zeki oğlun mısır patlatmış! Nerede patlattın lan
mısırı?
-anne acıyor kulağım , sobada
işte. Çekme artık, ühühü...
-bir de sobada! Kemal, al sana
bırakıyorum bunu ,yüreğime inecekti yüreğime.
-vay vay, Emre bey demek mısır
patlatmış.
-evet baba.
-aferim yavrum. Kızmadım ben
sana, sakın yanlış anlama. Çocuksun yaparsın, bakma sen anneciğine, korktu
ondan öyle davrandı.
Başımı okşuyordu babam, ama
gözleri hala kızgın gibi bakıyordu. Biraz daha okşadıktan sonra parmağı ile
yukarıyı gösterip ,birşey gördüğünü söyledi, baktım. Ve yukarı bakarken,
hayatımın en sağlam şamarını yeyip , mevlevi dervişler gibi kendi etrafımda
döndüm. Yere yatıp ağlamaya koyuldum. Babam yanıma geldi.
-ağlama yavrum, ağlama, sinek
vardı suratında ondan vurdum. Ağlama bakayım.
-ühühü, dövmeyeceksin değil mi
baba?
-hiç döver miyim ben oğlumu,
aa...
Ayağa kalktım ve sarıldım
babama, yine yukarıyı gösteri parmağıyla ve hala orada ne olduğunu görüp
görmediğimi sordu.
-görmüyorum baba, ne var ki
orada?
-ne olacak it oğlum benim, öküz
oğlum ne olacak, mısır var!!!
Sağlam bir tokat daha vurdu
babam, yine mevlevi dervişler gibi kendi etrafımda dönüp ,yere düştüm, yere
düşünce hemen divanın altına girip orada ağlamaya koyuldum. Babam ise divanın
üzerine oturup televizyon izledi bir süre, arada duyduğum seslere bakılırsa,
mısır yemekteydi. Kötü bir gündü benim için, okula gitmemiştim ama bütün gün
divanın altında ağlamış ve babamın mısır yeme seslerini dinlemiştim, çok
kötüydü...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder