Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

14 Ocak 2008 Pazartesi

6. bölüm



Eylül ayı. En çok sevdiğim aydı benim küçükken. Okullar açılır, herkes kendine yepyeni şeyler alırdı. Ben de beşinci sınıfa geçmiştim o sene. Babamın çalıştığı okulda, kendisi müdür yardımcısıydı, çok sevdiğim öğretmenim Aylin Hanımla beraber yeni bir seneye başlayacaktım. Çok mutluydum, çok seviyordum öğretmenimi, kendisi mini eteğiyle tüm sınıfı baştan çıkaran güzellikte bir kadındı zaten.
Dedim ya, herkes kendine yepyeni şeyler alırdı ailesinin verdiği parayla ya da ailesiyle beraber gidip, bizim ailede bu durum farklı şekilde işlerdi. Annem, önlüğümü kendisi diker, eski ayakkabılarımı tamir ettirir ve babamın eskimiş pantolonlarını ufaltarak bana yeni diye yutturmaya çalışırdı hep. Yutardım da, yutmasam daha iyi yutturma aracı olan terlik devreye giriyor, kızarıklıklar içinde Türkiye'nin demokratik olduğuna bile inandırıyordu.
Okulun ilk günü gelip çatmıştı, telaşla giyindim, anneme gittim para istemek için, annem sabah sabah ağda yapıyordu.
“Anne?”
“Efendim Emre?”
“Para verecek misin?”
“Tabii ki oğlum, para ne kelime, çek defterimi getir de yüklü bir çek yazayım, okulun ilk günü sonuçta.”
“Aaa, çek defteri mi?”
“Ulan sıpa, ne yapacaksın parayı be?”
“Ya anne, okuldan nasıl geleceğim geri?”
“Yürüyerek.”
“O kadar yolu, ama sen neden yürüyerek götürmüyorsun da dolmuşa biniyoruz her sabah?
“Sus be oğlum, iki adım yol, kadın başıma yollarda mı yürüyeyim sıpa?”
“Peki, tamam, ama ben ne yiyeceğim öğlen?”
“Eve gelirsin yavrum öğlen işte, sonra yine gidersin.”
“Oha, anne bir saatlik yol bu! Farkındasın değil mi?”
“Ulan amma tatava yaptın sabah sabah, gelme, aç dur biraz, öküz gibi oldun zaten yiye yiye, dolapta hiçbir şey durmaz oldu. Nerede dün aldığım sucuk? Nerede kaşarlar? Aşırıp aşırıp tıkınıyorsun bir de ben ne yiyeceğim diyorsun, eşek sıpası…”
Annem, ağdasını bitirdikten sonra beni alıp okula götürdü. Ağda yapmasının sebebi, o gün diz üstü etek giyecek olmasıydı her okul başlangıcında yaptığı gibi. Bütün velilere havasını atar, hoş sohbetini yapar, sanki hiç Kasımpaşa'da yaşamamış gibi mükemmel Türkçesi ile herkesi kendine hayran bırakır ve giderdi. Kimse bilmezdi ne kadar uyumsuz, ağzı bozuk bir kadın olduğunu. Babam da onu bu nedenle sevmiş sanırım, erkek gibi bir kadın olduğundan. Annem, Aylin Hanım ile biraz konuştuktan sonra sınıfa gönderdi beni. Aylin öğretmen girdi ve sınıfı selamladı.
“Evet çocuklar, günaydın, yeni bir eğitim öğretim yılının daha başlangıcındayız beraber. Ama sizlere kötü haberim var, ben hamileyim, 3 aylık. İşte bu yüzden, üç ay sonra izne çıkacağım ve derslerinize müdür yardımcımız Kemal bey girecek.”
İnanamıyordum, çok sevdiğim öğretmenim bizi bırakacak ve dersimize babam gidecekti. Bu bir kabus gibiydi, herkes beni babamla özleştirecek, babamın hep bana torpil yaptığını söyleyecekti ve sınıfta yapacağım her şeyi babam biliyor olacaktı. Bu bir kabustu, olamazdı.
“Sonra çocuklar, sınıfımıza dört yeni öğrenci katıldı bugün. Gelin bakalım çocuklar, kendinizi tanıtın, önce kızımız gelsin bakalım, Gülşah Uzun…”
Kabus devam ediyordu, Gülşah, biricik müstakbel eski sevgilim, bizim sınıftaydı artık. Sabah sabah 9 yaşına yeni girmiş bir çocuğun intihar etmeyi düşünmesi için tüm olanaklar sağlanmıştı sanki. Bana bakıp gülümsedi tahtaya kalkarken, sonra ellerini birleştirip kendini anlatmaya koyuldu.
“Ben Gülşah, biz annem ve babamla buraya Bahçelievler'den taşındık. Şu Emre var ya, onların orada oturuyoruz işte, komşu o bizim. Geçen sene başka sınıftaydım bu sene buraya aldılar beni. Teşekkürler öğretmenim. Neyse, bu kadar.”
“Teşekkür ederiz Gülşah, hadi o zaman git Emre'nin yanına otur da komşuluğunuz devam etsin. Emre, kay bakayım evladım.”
Kabus bitmezdi ki bir başlayınca, şimdi eski müstakbel sevgilim bütün sene yanımda oturacak, ben de sürekli ideal erkek gibi davranmaya çalışacaktım. Ölümden beter bir sene beni bekliyordu. Öğretmen diğer yeni öğrencileri tanıtırken Gülşah da bana dönüp konuşmaya başladı.
“Naber len? Pembe mayolu.”
“İyiyim, senden…”
“İyiyim iyi, eheheh, hâlâ gülüyorum Emre ya, pembe mayo giymiştin resmen.”
“Yeter dalga geçme artık, unutalım, yaşandı bitti.”
“Aslında yakışmıştı bence, ama biraz güldüm diye hemen üzerime saldırdın öküz gibi.”
“Nasıl yakışmıştı?”
“Güzeldi işte, şaka yapmıştım ben. Özür dilerim hadi, öpeyim mi özür için?”
“Öp.(gulp!)”
Ve, hayatımda ilk kez öpmüştü beni Gülşah, bundan büyük sevinç olabilir miydi bilmiyorum. Sonunda aşkım ile bütün sene beraber olacak, bütün sene aşk dolu dakikalar, saatler, günler yaşayacaktık. Beni öperken midemde bir şeyler oldu, kalbim sanki ağzıma geldi.
Ders boyunca bakıştık, daha doğrusu ben ona baktım, sonra teneffüs oldu ve ortadan kayboldu bu. Ardından arkadaşlarım Hikmet, Naci ve Ali geldi. Hikmet, Naci ve Ali, çok eğlenerek yaptığımız bir şeyi hatırlattı bana. Etek açmaca. Kızlar tuvaletinden çıkan kızlar arkasını dönükken eteğini açar ve gülerdik. Çok eğlenceli bir oyundu bizim için öğretmenlere yakalanmadığımız sürece. Kızlar tuvaletinin önüne gittik, ilk kurban çıkmıştı, Naci koşup hemen kaldırdı eteğini, kız ağlayarak kaçtı, biz yarıldık tabii ki, sonra, sıra sende dedi bana Naci, hazırlandım. İlk çıkan kızın hemen eteğini kaldırıp kaçacaktım. Bir kız çıktı, güzel görünüyordu arkadan, koştum ve eteğini başına geçirdim resmen. Kaçmadı ağlayarak, eteği indirip döndü bana, hepimiz gülüyorduk deli gibi, baktım kıza, Gülşah!
“Nasıl yaptın Emre, söyleyeceğim seni babana.”
“Ya Gülşah, sen miydin, valla özür dilerim, bilmiyordum.”
“Beni ilgilendirmez, git gül öküz arkadaşlarınla, ben de başkasının yanına geçeyim bu ders. Konuşma bir daha benimle.”
“Gü gü... Gülşah...”
Küsmüş gibi yapıp uzaklaştı oradan. Arkadaşlar ise şaşırmıştı. İki damla gözyaşı düşmüştü babamın eski pantolonuna, çaresizce sınıfa geri döndüm...

1 yorum:

Bilge dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.