16 Mart 1991 saat 22.13 idi.
Pencerem, dünün aksine ayın ışığını bir televizyon ekranı gibi hapsetmiş,
odamın içinde pirelerin dans etmelerine, ruhumun içinde cinlerin yumurta
tokuşturmasına ve dudaklarımın aralandığında karbondioksit yerine alkolde
damıtılmış papatya özü fışkırtmasına neden oluyordu. Ve ben Gülşah'ı
düşünüyordum. Dünkü ıslak şokun ardından acaba odasında bana nasıl küfürler
dizmekteydi? Acaba iyice aptal mı sanıyordu beni? Sakar? Beceriksiz? Uyuz?
Kendimi yemekteydim... Zaman geçmiyordu sanki. Gündüzü ve geceyi kaşık kaşık,
çiğnemeden yutan ömrüm, onunla geçen herhangi bir dakikayı bile yutmama engel
oluyor, sürekli aynı zaman dilimlerini çiğnetiyordu.
Birkaç dakika sonra, valide
hanım odama teşrif etti. Üzerinde eski paltosu , dudaklarında acele sürüldüğü
belli olan ruj, altında eteği, ucuz ayakkabıları, saçında ise eski bir bere
vardı. “Emre, ben Hatice teyzenlere gidiyorum. Evine hırsızlar girmiş
kadıncağızın. Bütün mahalle oraya akın ediyor. Bağlamışlar kadını, sonra sesini
komşular duyup çözmüş, ay ay gittim ben hadi!”, deyip aniden odadan çıkıp
gitti.
Sonra, bir şey yakaladım
annemin söyledikleri arasından. Bütün mahalle, oraya akın ediyordu. Bütün
mahalle, Gülşah, annesi! Bütün mahalle! İşte bana fırsat çıkmıştı, dün yaptığım
aptallık için kendimi affettirebilirdim Hatice teyzelerin evinin oraya gidip.
Meraklı Türk milleti sonunda bir işime yaramaktaydı. Hızla giyinmeliydim. İyi
görünmeliydim , yakışıklı. Ve inşallah annesinden uzaklaşırdı Gülşah, inşallah.
Hızla giyindim. Sonra
buzdolabından bir limon alıp ellerime sıktım ve saçlarımı şekle soktum, üzerime
biraz kolonya döküp güzel kokmamı sağladım ve terasa çıkıp Gülşah için annemin
manolyalarını yolup parlak bir poşete sardım.. Her şey hazırdı. Artık olay
mahalline gidebilirdim.
Hatice teyzelerin evinin oraya
gittiğimde gerçekten bütün mahalle kadının evinde toplanmıştı. Kadınlar ve
erkekler evin içerisinde, genç kızlar ise camlardaydı. Bazıları ucuz çekirdek
almış olayı ve konuşmaları izliyor, bazıları yeni edindikleri bilgileri
birbirleri ile paylaşıyor, bazıları ise dedikoduların kaymağını parmaklarına
buluyordu. Sonra Gülşah'ı gördüm. Yanında iki tane kız büyük çınarın
altında(Hatice teyzenin bahçesinde büyük bir çınar vardı.) elden ele
dolaştırdıkları bir şişeden bir şey içiyor(tahminim şaraptı) ve dedikodu
yapıyorlardı. Hemen yanlarına gittim ve Gülşah'ı kolundan yakaladım. Benimle
gelmesini rica ettim. Kırmadı beni ,ama sanırım biraz sarhoş olmuştu. Aynı
çınarın arkasına geçip konuşmaya başladık.
-Dün yaptığım için özür dilerim
Gülşah, çok özür dilerim, çok çok. Sadece dikkatini çekmek istemiştim.
-Islatarak?
-Islatmak değil de, ona cama su
atmaya çalışmak diyelim.
-Cama su atmak mı? Ehehehehee!
Salak seni!
-Ama, kırılmadın değil mi?
-Kırılmadım tabi ki şapşal. Ama
kızdım. Hem bak böyle yaklaşma bana her fırsatta annem görürse ağzımıza sıçar
söyleyeyim.
-Dostuz değil mi?
-Dostuz tabi ki canım benim.
-Sadece dost mu?
O soruyu sorduğumda biraz
afalladığını fark ettim. Zaten kafasında bülbüller ile serçeler eş
değiştirmekte olduğundan bunu saklayamadı. Ayakları ile kumu çizdi önce. Sonra
damağına sözcüklerin çengel attığını ve çıkmadığını düşündüm. Onu kendime
yaklaştırıp damağındaki bütün kelimelerin ve ağzına hapsolmuş tükürüğünün
midesine doğru gitmesi için dudaklarım ile terapiye zorladım. Karşı koymadı
fazla. İçimde atlar koşuyordu onu öperken, dudaklarındaki petekleri inşa etmiş
olan arılara midemde bakireler kurban ediliyordu. Tanrı akciğerimde tatile
çıkmıştı, devasa kelebekler atların ırzına geçmekteydi bu yüzden ,tüm düzeni
düzercesine.
Sonra itti beni, uzaklaştı, dudaklarını
aralamaya çekinmeyerek kelimeleri döktü ağzından, midesine tıkılmış olduğunu
sandığım...
“Ama sarhoştum... Hem benim
erkek arkadaşım var... Bunu yapmamalıydın...”, dedi. Başımdan dökülen kaynar
sular eşliğinde kaçtı sonra, dudaklarını ve hayallerimi alarak, hayallerimin
olmadığı karanlık gerçekçiliğin sokakları arasına.
o gece
eve gittiğimde
nedense ben uyuyana kadar
hep yağmur yağdı...
1 yorum:
Yorum Gönder