İşkence hoş bir gelenek değil. Masumiyet karinesi olmayan bir memlekette, tam
tersi suçun karinesi üzerine yürüyen bir düzende normal. Döve
döve, sana “Suç bende.” dedirtiyorlar, sonra suçsuz olduğunu
kanıtlamak için yıllar boyunca uğraşıyorsun, en son cezan
bitesiye “Aaa, suçsuzmuşsun ya sen, boşuna yattın yıllarca...
tüh!..” diyorlar. Yine de eskiden anlatılanlara göre makata
metal boru sokup elektrik vermeli, fantastik işkenceler varmış.
Şimdi kimse o kadar masrafa girmiyor. Benim için ise girilen tek
masraf falçata, kezzap, tel, fısfıs ve tuzdu; billur tuz...
markadan ne yaptıklarını çıkardınız sanıyorum.
Öncelikle seni
soyuyorlar. Sonra dört ayaklı bir masaya sırtüstü yatıyorsun ve
el, ayak bileklerinden bağlıyorlar. Bağlama sırasında ince tel
kullanıyorlar ki, çok zorlarsan kendini, kendi kendine bedeninde
yaralar aç. Derişik tuzlu su doldurdukları fısfıs her daim
ateşlenmeye hazır. “Konuş.” diyorlar. Konuşmuyorsun. Önce
canının çok acımayacağı noktalardan başlıyorlar falçatayla
kesmeye, sonra tuzlu su fışkırtıyorlar kesiklere ve işkence
başlıyor. Bileklerini zorluyorsun kurtulmak için, kesildi mi?
Tekrar tuzlu su. Konuşmuyorsun. Konuşuyorsun aslında ama onların
istediği yalanları anlatmıyorsun. Kızıyorlar; kulak memelerini
kesiyorlar ve fıs-fıs, konuşmuyorsun; dudaklarını yarıyorlar ve
fıs-fıs, konuşmuyorsun; el ve ayak parmak uçlarını kesiyorlar
ve fıs-fıs, konuşmuyorsun; meme uçların, konuşmuyorsun;
taşakların, konuşmuyorsun; penisinin başındalar... bülbül gibi
şakıyorsun. Şakımalısın. Tuzlu su neyse, bunun kezzap
versiyonlusu da var; yakar, yakar, yakar.
İlmik ilmik
işlerken bedenimi tuzlu suyla onlar; konuşmadım, kezzap kötü bir
seçim değildi. Ağladım ama konuşmadım. Acıdan sayıkladım ama
konuşmadım. Bayıldım ama konuşmadım. En son hatırladığım,
soğuk bir hücreye atılmam, karanlık ve çıplaklıktı. Kendime
geldiğimde beni bağladıkları masada, önümde bir kağıt ve
arkamda onlar oturuyordum.
-İmzala...
-Saat kaç?
-İmzala ulan
imzala!
-İmzalamam.
-Ahmet, Emre bey
adına imzalar mısın ifadeyi? Emre beyin durumu yok.
-Tabi ki amirim.
İmzalamaya yöneldi.
Sesim bile çıkmıyordu artık. Yarı ölü bakışlarımla Ahmet'i
süzdüm, bütün vücudum acıyordu ama odaklanmaya çalıştım.
Görüntü yavaştan gidiyordu. Ahmet, masaya eğilmiş, bana bakarak
“İtirazınız yoksa adınıza imza atıyorum Emre bey?” diyip
gülmeye başladı. İstemsiz gülümsedim ve karanlığın gözlerimi
esir almasını, beynimin fişini çekmesini bekledim.
Tekrar uyanabilecek
miydim? Bundan bile emin değildim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder