Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Temmuz 2008 Pazar

23. Bölüm



Karavan durmuştu. Federica karavandan çıkıp bana doğru koştu ve sarıldı. Gözlerindeki sevinç içimdeki güzel şeyleri dürtükledi. Kelebekler çıktı kozalarından, gülüşmeye başladılar.


“Salve! Emre.”

“Salve! Federica.”

“Merhebe Gülşeh. Kusure bakme benim Turkça biraz bosuktur. Nasilsin? Emre ögretmisti bana biraz. Come sta?”

“Grazie, va bene cosí.”

“Oha, Gülşah sen İtalyanca biliyor muydun?”

“Bir kitap vardı biraz baktım işte Emre. Bu kadar biliyorum sanırım. Nasılsın falan filan. Eheha.”

“Ehehe. Ben ogretirim sana biras daha İtalyanca Gulşeh. Hadi binelim hemen, sabirsizlaniyorüm ben gezmek icin buraleri.”

“Binelim bakalım.”

"Yolculuğumuz başlasın!"


Bavulları karavana taşıdık, hareket ettik. Federica Riccardo Forte'un kasedini taktı ve Storie di Tutti I Giorni isimli şarkıyı söylemeye koyuldu. Gülşah ile ben arka tarafta eşyalarımızla uğraşıyorduk.


“Federica taşmış harbi. Manita falan mı Emre? Eheha!”

“Yapma be Gülşah böyle şakalar. Çok severim ben Federica'yı. Kardeşim gibi bir şey oldu, kıskanacak bir şey yok ki.”

“Kıskanmak mı? Niye kıskanacağım oğlum seni?”

“Yani, şey, emm, kıskanmazsın tabi ki. Niye kıskanacakmışsın ki?”


Başımı öne eğip eşyalarımı çıkarmaya devam ettim. Gözlerim biraz yaşarmıştı ama belli etmemeye çalışıyordum.


“Federica şakasına kızmadın değil mi Emre?”

“Yo yo, kızmadım tabi ki. Kızar mıyım hiç ben sana?”

“Kızabilirsin tabi ki. Bak sana ne diyeceğim, bu yolculuk boyunca, yani tatilimiz boyunca bir sürü ilişki yaşamak istiyorum ben. Bunu problem etmezsin umarım. Yani tatil sonuçta. Farklı insanlar tanıyıp sonra da çekip gitmek için mükemmel bir ortam. Yani demem o ki, Federica ile biraz çapkınlık yapabiliriz, kendini germe tamam mı canım benim?”

“Emre?”

“Emre, hey, duymuyor musun oğlum beni?”


Biraz daha yaşarmıştı gözlerim. Mideme milyarlarca bıçak saplanmakta, kaburgalarıma ciğerlerim baskı yapmakta, boğazımda yutkunmamı engelleyecek tepkimeler ayaklanmakta, dudaklarım titremekte ve dişlerim gacırdamaktaydı.


“Ben sana derdimi anlatmaktan yoruldum sanırım Gülşah. Ben sana derdimi anlatmaktan yoruldum. Hani birbirimizi tanıyacaktık, demeyeceğim mesela, ya da hani o kadar seni sevdiğimi anlatmıştım unuttun mu onları demeyeceğim. Susacağım. Uyuyacağım hatta. Uyumak istiyorum.”

“Hareket halindeyken mi?”

“Hareket halindeyken.”

“Ehehe. Tamam be Emre, hemen kanıyorsun. Tamam. Şakaydı. Tamam. Üzülme bak. Yüzünü göstersene bana bi'?”

“Yüzümü göstermek istemiyorum.”


Yanıma geldi, sarıldı, saçlarımı okşadı ve alnıma bir öpücük kondurdu. Yaşlı gözlerimi yere bakmaktan kurtarıp yüzüne doğru çevirdim, anaç bir gülümseme yayılmıştı yüzüne, huzur veriyordu. Omzuna yattım. Bir meleğin kanatlarına kafamı koymak bile bu kadar huzurlu hissettirmezdi.


“Bak şimdi koca çocuk, sana bir masal anlatacağım, ama adını sen koy.”

“Naca.”

“Naca, garip bir isim olmadı mı be? Öhöm. Tamam, Naca.

Bir varmış bir yokmuş, Dünya'nın bütün toprakları tek bir krallığa aitmiş. Güçlüymüş, hiddetliymiş kral. Ama son zamanlarda ülkesinin bir geleneği yüzünden gözüne uyku girmemekteymiş. Gelenek ise şuymuş: Her kral elli yaşına gelene kadar bir kız çocuk yapmalıdır. Kral öldükten sonra o kızın evlendiği erkek yeni kral olur ve ülkeyi yönetmeye devam eder. Eğer kralın elli yaşına gelene kadar kızı olmaz ise, kral öldürülür ve tahta Dünya'nın en güzel kızının evlendiği adam geçirilir.



Ve tahmin ettiğin gibi, kralın hala kız çocuğu olmamışmış. Krallığıyla Dünya'daki bütün toprakları ele geçirmiş, başarılı bir kral olmasına rağmen, bu gelenekten kaçamayacak olması kendisini gerçekten üzmekteymiş.

Kral, kırkdokuz yaşına geldiğinde seksen erkek çocuğu varmış ama hala bir kız çocuğuna kavuşamamış. Kelle koltukta yaşadığından kırkdokuzuncu yaş gününde, artık kötü büyücüye akıl danışmaktan başka bir şansı kalmamış. Zira üç ay içinde bir kadını kız çocuk için döllemezse halkı onu asacakmış.( Çünkü bir kız çocuğun doğması dokuz ay alıyor anlarsın ya.) Kralın karılarının neredeyse tamamı hamileymiş, ama kral daha önce hiç kız çocuğu yapamadığı karılarına artık güvenmiyormuş.



Ve bir gün, kötü büyücüye gitmiş akıl danışmaya. Kötü büyücü, ona demiş ki, “Bir kız var, Afrika'nın tam ortasında. Eğer üç ay içinde ona ulaşıp onu döllersen kız çocuğun olacak. Kızın adını sana söylerim, ama bana bütün karılarını vermen lazım.” Kral hiddetle kalkmış oturduğu yerden, köpürmüş, volta atıp düşünmeye başlamış. “Karılarını vermek, bir kral için, şerefini beş paralık etmekle aynı. Bunu yapamam.” , diye söylenmiş durmuş kötü büyücünün evinde. Bir saat sonra ise siniri geçmiş ve mantıklı olanı yapmış. “Karılarımın hepsi senin olsun, söyle bakalım kızın adı neymiş?” “Kızın adı Naca. Eğer yarın şafakla beraber yola çıkarsan üç ay içinde o kıza ulaşabilirsin. Eğer kızı getirmelerini emredersen üç ay içinde o kız sana ulaşamayacak. Hazırlıklara başla derim ve otuzaltı karını da bana göndermeyi unutma.” “Tamam”, demiş kral. Başı önde kötü büyücünün evini terkederek sarayına dönmüş ve hazırlıklara koyulmuş. Gözleri yaşlı halde karılarını da göndermiş tabi, karıları hamile olduklarını söyleyip kız olma ihtimalini hatırlatsalar da işini garantiye almaya kararlı olduğundan sözünden dönmemiş tabi ki ve de ertesi gün şafakla beraber yola çıkmış.


Yolculuğu iki buçuk ay sürmüş kralın. İki buçuk ay sonra Afrika'nın tam ortasına, Mantala köyüne ulaşıvermiş. Herkese Naca isimli kızı sormuş, köylüler ise Naca'nın kız değil yaşlı bir kadın olduğunu ve köyün arkasındaki tepenin başındaki bir evde yaşadığını söylemişler. Kral hemen muhafızlarıyla beraber oraya gitmiş ve Naca'yı bulmuş. Naca, buruş buruş, çirkin mi çirkin, yaşlı bir kadınmış. Kralın midesi bulanmış ama maalesef başka şansı yokmuş ve evlenme teklif etmiş Naca'ya. Naca, hemen kabul etmiş tabi ki kralın teklifini ve çiftleşmeye koyulmuşlar. On iki gün boyunca çiftleşmişler. Kral, çiftleşmeleri sürekli sarhoş halde yapıyormuş çünkü Naca o kadar çirkinmiş ki midesi anca o şekilde kaldırabiliyormuş.


On üçüncü gün, Naca'nın oğlu Arana köye dönmüş. Hemen annesinin elini öpmeye gitmiş. Arka kapıdan girdiği için ön taraftaki muhafızları görmemiş ve annesini kral ile yatakta yakalamış. Arana'nın bu evlilikten haberi yokmuş tabi ki, deliye dönmüş Arana, kral eğer çıplak halde yatakta olmasa kral olduğunu anlayıp bu kadar kızmayabilirmiş ama tecavüzcü olarak düşünmüş kralı.

Hemen oracıkta sırtındaki baltasıyla kralın kafasını ikiye yarmış Arana. Çığlıklar içinde ölmüş kral, kral ölürken Naca oğluna durumu anlatmış ama artık çok geçmiş, muhafızlar ses yüzünden gelmeden oğlu kaçmış ve Naca muhafızlara baltayı kendisinin sapladığını söylemiş. Muhafızlar onu hemen orada öldürüvermiş, ama bilmiyorlarmış ki Naca hamileymiş. Kral bu şekilde hem ölmüş hem de saltanatı sona ermiş.



Kral öldükten üç ay sonra ise , kötü büyücüye bağışladığı karılarından birisi altın saçlı bir kız doğurmuş. Ama artık çok geçmiş çünkü halk çoktan Dünya'nın en güzel kızının kocasını tahta geçirmiş durumdaymış. Ve son.”


“Peki bu masaldan çıkarmamız gereken ders nedir Gülşah?”

“Kral eğer acele etmeseymiş hem ölmeyecekmiş hem de saltanatı devam edecekmiş, ama telaşlanmış ve sonuçları kötü olmuş.”

“Anladım.”

“Anladığına sevindim, hadi şimdi şu eşya işlerini halledelim de şu İtalyan kız ile konuşalım biraz, ne hikayeleri var çok merak ediyorum.”

“Türkçe'yi pek berrak konuşmuyor ama.”

“Ehehe, senin öğrettiğin Türkçe o kadar olur.”


Gülümsedik. Kafamı omzundan kaldırdımve onu izlemeye koyuldum. Sonra eşyalarımızı çıkarmaya devam ettik.

Ve büyük yolculuğumuz işte, böyle başlamış oldu.

1 yorum:

PUlp dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.